Açıklama:
Yanıt Açıklaması: 19. asırda Türk fikir dünyasında, günümüzde anlaşıldığı anlamda sistemli bir şekilde felsefi fikirlerin ortaya atıldıkları ve bir görüş olarak en açık şekliyle savunuldukları söylenemez. Çünkü Tanzimat’tan önceki dönemlerde eğitim ve öğretim kurumları olan medreselerin ders programlarında felsefeye yer verilmiştir. Ancak bu durum felsefeye gereken önemin verildiği anlamına gelmez. Durumun böyle olduğu felsefe alanıyla ilgili olarak yazılan eserlerin azlığından ve hatta var olanlarının da birtakım şerhlerden ibaret olmasından anlaşılabilir. Hal böyle olunca felsefi düşünüş tarzına pek itibar etmeyen ve düşünce derinlikleri üzerinde durmanın insanlık açısından yararları olduğunu fark edemeyen ülkelerin insanı, bu farklı medeniyet ve kültüre sahip olan ülkelerdeki gelişme ve ilerlemelerle karşılaşınca, bu ülkelerin, fikir, bilim ve teknik yönlerinden kendi ülkesinden daha üstün ve daha ileride olduğunu görünce, ister istemez bunlardan etkilenir ve bu gelişmeleri, heyecanla, hayretle, şaşkınlıkla, tereddütle izler. Böylece geri kalmış bu ülkenin insanı, bu gelişmeler karşısında, kabul etme veya kabul etmeme gibi karmaşık duygular arasında bocalar. Bu şekilde karmaşık düşünce ve duyguların hakim olduğu ülkelerin insanlarından, olgun ve yaratıcı düşüncelerin doğmasını beklemek biraz hayalcilik olur. Böyle bir durumda ister istemez felsefi akımların, Batı’daki anlaşıldığı anlamıyla değil, sadece izleri veya yansımalarıyla temsil edilmesine neden olmuştur.